Baba Evi Roman Özeti | Orhan Kemal

Baba Evi Roman Özeti | Orhan  Kemal  

 Yazar:Orhan Kemal 

 Türü

 Konusu 

İnsanların en büyük sorunlarından biri, belki de en önemlisi açlıktır. Ayrıca açlık, Dünya’da en yaygın olan sorundur. Açlık, özellikle insanları küçükten yakaladığı için, toplumsal yaralara, aile bağlarının kopmasına, eğitimsizliğe, kötü davranışlara sebebiyet vermektedir.Kitabın konusu açlık üzerine ele alınmıştır.

Baba Evi Roman Özeti

Baba Evi Roman Özeti 

Ben doğduğumda babam Çanakkale’deymiş. Savaş ve başka sebeplerden dolayı memleket memleket dolaşıyorduk. Halalarımdan büyük olanı, daha çok seviyordum. Bazen; uzun saçlarını okşuyor, hatta başkalarından kıskanıyordum.

Ermeni veya Rumlardan kalma, eski bir çiftlikte kalıyorduk. Çok büyük bir bahçesi vardı. Bahçenin bir ucunda, küçük eski bir kulübede yaşayan, Pavli dayı adında yaşlı bir adam vardı.

Kardeşim Niyazi ile çiftlikteki hayvanları sık sık eğlencelerimize alet eder , onlara olmayacak eziyetler ederdik.

Çiftlik binasının bir alt evi vardı. Bir gün annem, “Yetiş!” diye bağırdı. Gittiğimde, komşuların alt evini yağmaladıklarını gördüm. Annem; “Yapmayın , etmeyin, beyim duyarsa mahvolurum.” diyordu. Komşular da “Nasıl olsa gavur malı, sayende sahiplenelim, sevaptır.” demişlerdi. Annemin yakarmaları sonucu, yağmalamayı bıraktılar ve aldıkları eşyalarla çekip gittiler.

Annemin korktuğu, bir hafta sonra başına geldi. Gece yarısı şiddetle kapı çalınıyordu. Kapıyı açan annemle babama, kapıdaki adam büyük bir hınçla vuruyor bir yandan da söyleniyordu : “Ne yaptın, ya seni hapse atarlarsa, ya beni de hapse atarlarsa…” diyordu. Annemin elinde tuttuğu lamba yere düşünce, yangın çıktı. Babam, hem yangını söndürmeye çalışıyor, hem de söyleniyordu. 

Baba Evi Roman Özeti | Orhan Kemal

Babamın bir adeti vardı; Cuma günleri hepimizi toplayıp kıra götürmek… Bu huyunu, memleketten beri hiç sevmezdim. Beyrut’ta da öyle… Kırda Adana çiğ köftesi yemek gelenek halini almıştı. Erkekler, ayrı otururlardı. Bu arada babam, bir yolunu bulup bahsi dine getirir, kara kaplı defterini çıkarır, not ettiği ayet ve hadislerden parçalar okur, onları izah ederken heyecanlanırdı. Kalabalığa bazen; hahamlar papazlar, bazen de hocalar karışırdı. Bin şu kadar seneden beri, incelene incelene imanı gevşemiş meseleler, tekrar ele alınır, nefesler tüketilir, saatler geçer, lakin hiçbir sağlam karığa bağlamadan, gün aşar giderdi.

İbrahim Efendi adında bir baba, eski bir matbaada iş buldu bana… Vazifem, kağıt kesme makinesinde kol çevirmekti. Herkesten evvel işbaşı yapıyor, makinenin bir kenarına ilişiyor, evden getirdiğim esmer somunumu birkaç zeytin ile yiyordum. Sabahları herkesten evvel geldiğim sıralar Elham, Kulhavallahi okur, üflerdim. Fakat kolun demir ve tahta sükutu fevkalade bir ciddilik içinde, tahtasını demirine bağlayan uçtaki tek somunuyla bana ters ters bakar, dualarıma falan boş verirdi.

Henüz para almamıştım ama, evdeki itibarım adamakıllı artmıştı. İşten her dönüşümde babam, beni güler yüzle karşılıyor, kız kardeşlerime: “Hey kızlar ne cehennemdesiniz? Abinize su hazırladınız mı? Ayşe, abinin ceketini al, sofrayı hazırla…” diye çıkışıyor, yabancı olduğum bir şefkatle, bana sualler soruyor, sonra uzun uzun düşünüyordu.

Dördüncü haftalığımı alırken, patron her zamankinden daha sert bir şeyler söyledi. Anladım ki işime son veriliyordu. Umurumda bile değildi.

Ağustos güneşinin memleketi kasıp kavurduğu, altmış hararet derecesinde, biz top peşinde koşardık. Yanmış, meşine dönmüştük. Sabahlardan akşamlara kadar, bitmek tükenmek bilmez maçlar yapar, haftayı öyle tamamlardık. Öyle ki Yorgi bir gün:

Yahu çocuklar demişti, ay ışığında futbol oynamak, kıyakmı kıyak olacak!

Sahiden de… pırıl pırıl ayın altında, saha gündüz gibiydi. Artık gündüzleri bir türlü tamamlayamadığımız maçlara geceleri de devam etmeye başladık.

Baba Evi Roman Özeti | Orhan Kemal

Yakın kasaba veya köylere seyahatler de yapıyorduk. Hiçbir zaman her şey hazır olmazdı. Bütün dikkatimize rağmen, mutlaka unutulmuş bir şeyler olurdu ve yirmi altılık Mehmet mutlaka sinirlenir, bağırır, çağırır, kamyona zoraki binerdi.

Kamyon parasını harçlıklarımızdan denkleştirirdik. Olan olmayana borç verir, üstünü ya Yorgi tamamlar ya da Kahveci Ahmet Efendiden borç alınırdı. Gittiğimiz yerde yenmişsek, dönüş bir kat daha neşeli olurdu. Yendiğimiz kulübün çektiği ziyafette, bizi görmeli!..

Bir gün, yakın kasabalardan birisine, bir maç teklifi yapmıştık. Evvelce de sık sık gidip maçlar yaptığımız için, bir mektupla geleceğimizi bildirmek, kafiydi. Yine öyle, teklif mektubu yazıldı postaya atsın diye, Kasafan Cemal’e verildi.

Pazar sabahı yola çıktık. Kasabaya, öğleden az evvel vardık. Kulüp binasının önünde durduk. Fakat hayret! Kulübün büyük, tahta (bilgi yelpazesi. com) kapısında, kocaman bir kilit. Hemen aklımıza, Kasafan Cemal geldi. Hayret! Kasafan Cemal yoktu. Halbuki sabahleyin bizimle beraberdi.

Kulübün idarecilerine, haberler uçuruldu, geldiler ama, mektubumuzu almamışlar. Esasen, bir maç içinde hazırlıklı değillermiş. İstersek egzersiz mahiyetinde bir maç yapabilirlermiş…

Kamyoncu parasını almıştı, çekti gitti, idareciler çekti gitti.

Ne olacaktı şimdi?.. Aç açına maç mı yapılırdı?

Baba Evi Roman Özeti | Orhan Kemal

Yorgi’nin yüzonüç kuruşuna, ancak seksen iki kuruş eklenebildi. Hasan Hüseyin gitti, sıcak ekmek, kara zeytin, tahin helvası aldı geldi.

Maçı yaptık. Bir sürü goller attık, alkışlandık, yaşa diye şerefimize bağırdılar… Hepsi bu kadar.

Ver elini tozlu yollar!

Yürüyorduk. Hiç durmadan yürüyebilsek, sabah namazından iki saat sonra memlekete varabilecektik. Bir meşeliğe vardığımız zaman Yorgi, fosforlu saatine baktı:

On biri çeyrek geçiyor! dedi.

Bodur meşeliğe dağıldık, uykuya daldık. Uyandığımız zaman güneş, yusyuvarlak ve kıpkırmızı bir küre gibi doğuyordu.

Yorgi fosforlu saatini sattı, yolumuzun üstündeki bir inşaat kantininden karınlarımızı doyurduk. Haşlanmış tavuklara dönmüştük. Ta ikindi serinliğinde memlekete girebildik.

Tabi Yorgi, amcasından mükemmel bir dayak yemiş, babaannem beni esaslı bir sorguya çekmişti…

Ve ertesi gün , koskoca gövdesiyle, Kasafan Cemal itiraf etmişti:

Ne yapayım, sıcaktan geberiyordum, dayanamadım!

Mektubu postaya atmamış, pul parasıyla ayran içmiş!

Ey açlık ! Seni midemde, iliklerimde, kanımın küreyvelerinden duydum. Ve sen, benim iyi, benim şefik ve rahim olan soyum, insan soyu, sen ebedi tokluğu fethedeceksin!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Web Tasarım